sudeğirmeni

Dalın ucuna erer yorgunluk, ötesini toprakta tamamlar yaprak.

  • Sudeğirmeni

  • Kategoriler

  • Enter your email address to follow this blog and receive notifications of new posts by email.

    Diğer 33 aboneye katılın
  • Yaşam

  • Az Sözle

    Hikayeler hep aynı hikaye olmasın, Onları biz aynı yaparız. Özdemir Asaf
  • Araçlar

  • Yazmak

Kısa Kısa…

Posted by mehmet 06 Ocak 2016

oyuncak

 

KAZA

_Kardeşin neden ağlıyor?

_Kamyonu üzerinden araba geçti.

GÜLÜŞ

_Ön dişinde çürük vardı. Hiç kimse onu gülerken görmedi. Yıllar sonra dişçiye gidip çürük dişin yerine ışıltılı bir diş koydurttu. Bir türlü nasıl gülüneceğini bilemedi.

NEREDEYSE KAMYONCU

Böyle Yaşamaktan Bıktım Ben Usta? – Müslüm’den dinliyorum. Uzun yoldayım. Efkarlıyım. Neredeyse bir kamyoncuyum.

EV’Lİ

Seninle, aynı evde kalan iki kişiyiz.

EVDE

Face’de birinin bebeğini gördüğümde, anası ben de olabilirdim diyebileceğim yaştayım.

TOMA

Dışarısı nedir bilmezdi. Bir gün sokakları saran isyan ve coşkuya katıldı. Geniş fırçalarıyla yerleri süpüren dev belediye aracını TOMA sayıp saldırdı.

 İFTAR

Kimse de demiyor ki, Ey Bekir, etli kuru fasulye yaptım, gel iftar edelim!

MERHUMA

Merhaba. Öldüğüne sevindim. Bilemezsin bunu ne kadar uzun zamandır istiyordum.

GÖKKUŞAĞI

gökkuşağı çıktı dışarıda işi gaydı bıraktık ofisçek, camlara üşüştük. ama seyrine bakmaya, eprişieyt etmeye değil, fotoğrafını çekmeye. herkes fotoğrafını çekip geri yerlerine döndü. üzülecek yer arıyordum, buna da üzüldüm.

Posted in Kitaplardan | Leave a Comment »

Beden Harcayıcılar

Posted by mehmet 07 Aralık 2015

“Gizlenmeyenler yani, gözden çıkaranlar, vericiler; sağlıklarını umursamayanlar, aşırılıktan korkmayanlar, soğuktan kaçmayanlar, rüzgarda
hırpalananlar, bozkır güneşine katlanabilenler, kendilerini sürüp gitmesi gereken bir soy değil, doğada bir birim olarak görebilenler; beden
harcayıcıları.

Başka türlü davranamayacakları için o türlü davrananlar, inançlarını bedenlerine böylesine sindirenler; evlerine sığınılabilir arkadaşlar,
anneleri, kardeşleriyle. “s.12

Tomris Uyar. Gündökümü – Bir Uyumsuzun Notları 1

 

Bu tanıma uyan tanıdığım insanların ortak özellikleri var;

-Yerinde duramıyorlar,
-İşten kaçmayıp, sürekli bir çalışma, devinme, bir şey yapma güdüsü-çabası içerisindeler,
-Bedenlerindeki gücü, son takatine kadar kullnıyorlar,
-Yıkılmıyorlar,
-Sadece kendilerine ağlıyorlar-sessizce, içine içine-kendilerine sızlanıyorlar,
-Her gün, her daim önemsenecek, üzülünecek, duygulanılacak, acıyacak-hiçbir şey yapamazsa oturup haberleri izliyor-birilerini, bir şeyleri buluyorlar,
-Bir yudumluk lokmasının kolayca varını geçip, daha fazla gereksinimi olduğunu düşündüklerine verebiliyorlar,
-Zayıf, kemikli bir bedenleri var.
-Bir şeylere-tanrı, yaşam, gibi şeylerin yanında, doğa, toprak, ağaç, deniz gibi nesnel şeylere- inanıyorlar.
-Üstüne üstlük, iyi-kötü şansa, fala, bedduaya, iyilik dilememere, kin-nefret duymaya,
daha pek çok şeye…

20.Kasım.2015

Posted in Kitaplardan | Leave a Comment »

Zagor

Posted by mehmet 09 Ağustos 2015

Zagor 2

Sıcak bir yaz ikindisi. Okuldan çıkar çıkmaz çantayı ahıra, siyah önlükle beyaz yakanın yanına, samanların üzerine atmışım. Koşa koşa gidiyorum ninemlere.

Haremdeki ocağın üzerinde ufak bir kazan var. Altındaki ateş közlenmiş, küllenmiş. Kazanın dibinde kaynamış mısır ununun kırıntıları var. Bir parça alıyorum. Sıcak daha, elim yanıyor. Sesleniyorum, Nino! Kaçamakları nemli peşkirlere sarıp, torbalara dolduruyor. İncirin köküne, katırın kantarması bağlanmış. Semerine süt tenekelerinin tahta askılıkları sarılmış. Yanlardaki ikişer teneke, kirli, liflenmiş bir urganla bağlı. Boynuna asılı yemliğinin içinde kaybolan çenesinden sürekli çiğneme sesleri yayılıyor.

Yanına yaklaşıyor, burnunu kaşıyorum. Tom olsa cebinden bir şeker çıkarıp verirdi. Atlar şekeri sever. Şeker yok cebimde.

Ninem içeri girip, pekmez kabıyla çıkıyor. Kaçamaktan bir parça koparıp, yuvarlıyor, az yassıltıp, ortasını içe çöktürüyor, oyuğa koyu üzüm pekmezi akıtıyor. Usulca, dökmemeye dikkat ederek alıyorum. Sıcak. Parmaklarım yanıyor. Olsun. Yansın.

Azık torbalarını semerin kaşlarına bağlıyor. Kantarmasını incirin kökünden çözüp, semere takıyor. Yem torbasını çıkarıyor.

Duvardaki, iki yanında birer tabanca asılı kemerimi alıyorum. Takıyorum. Birini çıkarıp, inceliyorum. Sapında hafif bir pütür var. Sonra, bir ara düzeltirim çakımla. İncirin bükümlü gövdesine dayalı baltamı alıyorum. Semerin yanına, uygun bir yere asıyorum.

Kantarmanın yanlarındaki halkalardan sağlam bir iple bağlayıp, iplerin uçlarını semerdeki demir kaşa sağlamlıyor. İpleri gerince katırın boynu yukarı kalkıyor. Balya teliyle örülü süzgece benzer bir ağızlığı bağlıyor ardından Bütün bu önlem, katır yolda bir şeyler yemeye dalıp, yoldan çıkmasın diye.

Elime ufak bir değnek tutuşturuyor. Burnumdan öpüyor, Hade bakalım, yolun açık ola, deyip, katırın yönünü Eğridere’ye çeviriyor.

Hareket yok. Ne atım, ne ben, gitmiyoruz. Ninem bir aksilik olduğunu anlıyor. Yüzüme bakıyor. Hatırlıyor. Eve giriyor telaşla. Az sonra çıkıyor. Elinde sayfaları yırtık, kapağı yarım  bir Zagor.

Torbaya bırakıyor. Yüzümde, içimde uçuşuyor serçeler. Usulca Napolyon’un boynunu okşuyorum. Başını sallıyor.

Ne yapacağını biliyor. Ardına düşüyorum. Ninem ardımdan sesliyor, Fazla yaklaşma katıra, ürkerse bi şeyden, korkar kaçarsa, bırak, kaçsın. Düşme ardına. Yok gideceği bi yer. Ya sürüye, kapalığın yanına gider ya geri döner.

Katıra yetişmekte güçlük çekiyorum. Yol yokuşa sarınca hızı biraz kesiliyor.

Torbadan kitabı alıp, ardından resimlerine baka baka yürüyorum.

Nallar taşların, kayaların üzerinde çınlıyor.

Posted in Öykülerim | Leave a Comment »

Kahvede Bir Günün Hikayesi

Posted by mehmet 29 Nisan 2014

Küçük Kız

Sıcak bir yaz günü.
Mekân; Taşra, taşrada bir bar-kahve.
zaman; ağır-yavaş
-taşrada o hep boşluğu fazla mekânlar, zamanın ağır, kavanozdan dökülen bal kıvamı misal-

“hiçbir yenilik olmadan, saçmalıktan saçmalığa, geçiyor zaman”

Barmen müşteri geldikçe kahve çekiyor, içki dolduruyor. Duvardaki futbol ve tango kahramanlarının tozlarını alıyor. Fırsat buldukça da karnındaki kurşunun-duvardaki altın çerçevesiyle, herkes görsün diye asılıdır- her anlatışta birazcık değişen öyküsünü anlatıyor müşterilerine. Küçük bir yer burası. Herkesin anlatacak bir hikayesi oluyor. İnsanlar bu hikayeleri defalarca defalarca dinliyorlar dahası. Karşısındakine “çaktırmamaya” dikkat ederek. Girilen kavgalar, kamalarla, bıçaklarla yapılan gözü pek dalaşlar, onur uğruna düellolar…

Sıradan bir gün. Barın dibinde, tenha bir yerde içkisini yudumlayan anlatıcı.

Sıcak, taşra, ağır geçen zaman, bunları söylemiştik. Söylemediğimiz, arada dışarıdan birilerinin gelip iki tek attığı, çıkıp gittiği. Prudencio(barmen) her zamanki öyküsünde, insanlar gölgelerde. O sıradan günde Batepapo giriyor içeri; “kafasında bonesi, üzerinde soytarı elbisesi, bir elinde çevirdiği renkli bastonu ve öbüründe bir tasma. Tasmanın ucunda bir köpek yerine bir aslan”, evet, demiştim, sıradan bir gün.

Doğal olarak uyarılıyor. Öyle ya, her ne kadar taşraysa da, öyle durduk yerde kahveye-bar aynı zamanda- aslanının tasmasını çekiştirerek girilir mi? Uyarılıyor kısaca.

Batepapo ünlü bir sanatçı. Ama zaman ağır-yavaş akıyor dediysek, her şey olduğu gibi kalıyor da demedik; değişiyor. Gün geliyor büyük sanatçılar, işsiz güçsüz ortalarda dolaşıp, aslanlarını gezdirmek zorunda kalıyorlar. İleri safhalarda para sıkıntısı içindeler. Aslanın boynunda –SATILIK- levhası. (para aslanın ağzında değil-aslan kurtarıcı).

Sonra karakterlerden bana en “bildiklerden” gelen Doha Poca var. Onun yeri; “istasyona bakan öbür pencerenin olduğu masa”. İstasyondan senelerdir hiçbir tren geçmemiş. Ama onun gözleri hep orada, bir tren duracak, bir birisi çıkacak-tanıdık geliyor değil mi?-, bugün olmazsa bir gün.

Düşler, düşler, düşler… Bu sıcağın bunalttığı, zamanın geçmek bilmediği dar yerlerde -aslında mekan en geniş oluşuyladır- herkesin bir düşü olmalıdır. Bahisler, horoz dövüşleri, at yarışları, piyangolar, toto-loto başka ne işe yara ki?

Anlatımın sadeliği, birkaç sözcükler çizilen karakterler.

Kelimeler yürüyor, arkalarına düşmeli.

Kahvede Bir Günün Hikayesi

Eduardo Galeano.
Yürüyen Kelimeler,
(Çev.: Bülent Kale),
İstanbul: Çitlembik Yay,
2003, s. 273-281.

Posted in Kitaplardan | Leave a Comment »

Yeni Öykü Kitapları – Mart 2014

Posted by mehmet 15 Nisan 2014

Ayın ortasına doğru köye gittim. Soğanların ekilme zamanı. Yardım gerekiyor. Herkesin yapabileceği bir iş bulunuyor. Bir iki tarlanın ortasında dolanınca hemen birilerinin gözüne çarptım. Önce haşlama ayıklattılar sonra elime bir çapa tutuşturup, eğri düz bakmadan, çizik çizdirdiler. Bir işe yaramak, bedenen çalışarak yorulmak güzel bir şey. İnsana farklı bir mutluluk veriyor.

Aralarda o aylık aldığım yeni öykü kitaplarını okudum. Onlara yolculuğum, bir bisikletle, dağ bayır başladı. Atladım bisikletime. Öyle gittim köye bu kez. Çantama da attım birkaç öykü kitabı. Yoruldum, terledim. Dereler, yol çeşmeleri kenarlarında, tarla dönüşleri, deniz kıyılarında, kayalık tepelerde, kahvehane köşelerinde okundular. Kitaba odaklanma, kendimi verme sorunu yaşadığımı fark ettim. Doğa uyanıyordu. Gümbür gümbür, çığlıklarla. Her yan bir bahar, bir bahar. Şunu anladım ki; böyle zamanlarda, bahar günleri, her şeyin dolduğu, şiştiği, açtığı, patladığı anlarda doğada, dışarıda bir şey okumak olası değil. Heba oluyor okunan. Delik deşik oluyor. Kitaplar bu sesin çok uzağında kaldı. Bir tek Onat Kutlar’ın Bahar İsyancıdır’ı bu sesin vurgusuna tonuna ulaştı okuduklarımın içerisinde. Derenin akışı sesine, beyazlı morlu çiçek açan kayısılara, eriklere, kirazlara laf yetiştirdi. Bu kaçıncı okuyuşum bilmiyorum. Ama bazı öykülerin(öykü demeli sanırım) dağ bayır okumaları çok güzeldi. Yazının devamını oku »

Posted in Deneme | Leave a Comment »

Yeni Öykü Kitapları – Şubat 2014

Posted by mehmet 15 Nisan 2014

Son zamanlarda okumalarımı hemen hemen bütünüyle öyküye ayırmaya başladım. Öykünün içine kıyıdan köşeden bulaşmalarım, geri dönüşsüz bir ilişkiye dönüştü. Yanında pek çok şey de değiştirdi doğal olarak.

Türk öyküsünü dönemlere ayırmak bir adet. Bundan yola çıkarsam, baktım ki, okumalarım bu güne kadar genelde, 60 kuşağı etrafından pek ayrılmamış. 70’li yılların ikinci yarısından sonra başladı okuma yolculuğum. Kesintisiz bu günlere erdi. Bunu belirtme gereğim, uzun bir zaman da olsa, darmadağınık okumaların hiç de verimli olmadığını vurgulamak. Keşke daha başlarda bir yere (öykü gibi) yönelseydim diye hayıflandığım olmuyor değil. Neyse.

Bu başlığı açma nedenim, yapabildiğimce sürdürmeye niyetli olduğum, ağırlıklı olarak günümüz öykü kitapları okumalarımdan, etkilendiklerimi kısa-uzun notlarla paylaşmak. Bunun yanında da, bu türde okuduğunuz, önerebileceğiniz öykü kitapları için ricada bulunmak.

Şubat ayı dökümü şöyle; (Bir kitap daha bitecekti de, ayın, 28’inde biteceği tuttu.)

  1. Siyah-Beyaz, Vüs’at O. Bener
  2. Dost-Yaşamasız, Vüs’at O. Bener
  3. Memurun Ölümü, Anton çehov
  4. Entipüften Bir Adam, Anton çehov
  5. Geçen Sene Doğanlar, Onur çalı
  6. Ayna Çarpması, Murat Yaşar
  7. Ara Nağme, Fuat Sevimay
  8. Avcısını Taşıyan Ceylan, Erkan Aslan
  9. Hülya Saat, Senem Dere
  10. Yağmur Gölgesi, Senem Dere

Yazının devamını oku »

Posted in Deneme | Leave a Comment »

Çardak 2

Posted by mehmet 14 Aralık 2013

Çardak 2aaaa

Tepesindeki kuru dalların, yaprakların arasında geziniyor rüzgâr. Yapraklar mı rüzgârla oynuyorlar rüzgâr mı onlarla, belli değil. Birbirine karışıp gitmiş sesler uğultular.

Yerde, küçük bir su birikintisinin üzerine, merteklere asılı, asıldığı yerde yeşermiş, her yanından sürüp, uç vermiş bir soğan dizisinin aksi düşmüş. Rüzgârın koparıp savurduğu yaprak birikintinin üzerine düşüyor. Durgun, aynamsı su yüzeyi dalgalanıyor aniden. Soğanların yansıları kırılıp dağılıyor. Dalgacıklar bir süre titreştikten sonra, eski aynalığına dönüyor birikinti.

Çardağın dibine yığılmış, bir kısmı kesilip yarılmış, istiflenmiş odunlar, poyrazın günlerdir denizden zerre zerre taşıdığı nemle ıslanmış. Hiç de yanacak gibi durmuyorlar. Aralarda birkaç tavukla, çalım satan horoz geziniyor. Yerdeki odun talaşlarını eşeliyorlar. Ortaya taşıma bölmesi bağlı, garip, tekerlekli bir çekirgeyi andıran Patpat çekilmiş. Motoru kalınca bir muşambayla sarılıp, sicimle bağlanmış.

Komşunun köpeği Teo(nereden buldularsa bu adı, her duyduğumda sanki Van Gogh’a saygısızlık, belki de küfür ediyorlar gibi geliyor), tavukları görünce kulübesinden fırlayıp, yakalamamaya özenli, oyunumsu bir kovalamacaya girişiyor. Tavuk koşarken tıkanan soluğuyla kesik bir gıdaklamayla sekiyor köpeğin önünde. Başı olabildiğince yerde, kanatları hafifçe açık. Uçuverse, uçup damın köşesine, kiremitlere konsa ya! Yok! Oyun bozanlık yok. Yazının devamını oku »

Posted in Deneme | Leave a Comment »

Çardak 1

Posted by mehmet 13 Aralık 2013

Çardaklar 1b

Kasım bitmek üzere. Yazın sıcak günlerinde altları insan kaynayan, kenarlarındaki merteklere dizi dizi soğan asılı çardaklar unutulmuş gitmiş. Altlarında su birikintileri, cücüklenmiş soğan dizileri, dallar, çamurlu, çürümüş, erimiş, lime lime, rüzgarda salınıp duran brandalar, kilimler.

Yaza kadar bu böyle olacak. Kuvvetli kış rüzgarları esecek. Poyrazlar, karayeller, göndoğruları. Üstünde kalan birkaç dalı, sazı, kalemi de savurtup, katıp önüne, atacak bir yerlere. Yağmur, kırağı yağacak, belki de günlerce dinmeyen karlar, tipiler. Öyle sert fırtınalara direnecek ki, dört kalın merteği, gömüldüğü toprağı titretecek.

Yazın hatırlanacaklar yine. Lahanaların, havuçların üzerlerine yağan kırağılar yavaş yavaş yerini iri çiği damlalarına bırakırken, ocak ocak yeşillenen soğan haşlamaları bel kalınlaştırıp, mor kabuğa çekecek. Dere boyundan birkaç demet saz, ormandan dal kesilip üzerlerine atılacak. Direkler sağlamlanacak, orası burası bağlanıp, belki birkaç çivi çakılacak. Bir bakacak ki, sırtında tırmıklı giden birileri, kenardaki, Boz’un ayvasının yanında, büyük elektrik direğinin dibindeki ufak tefek şeftali mor, Bubakisa’nın dere boyundaki kırıkboyun erik fidanı bembeyaz çiçekler açmış.

Bu olacak. Ama sonra. Şimdi herkes zeytin derdinde. Şimdi kimsenin çardağa, saza, muşambaya bakacak hali vakti yok.

Posted in Deneme | Leave a Comment »

Yağmur

Posted by mehmet 12 Aralık 2013

IMG_3405

Yağmur

 

HAVA DURUMU:

“Parçalı ve çok bulutlu, batı kesimlerinin sağanak ve gök gürültülü sağanak yağışlı geçeceği tahmin ediliyor. Yağışların ve rüzgarın; Çanakkale ile Balıkesir’in batısında, güney yönlerden (10-30 km/s ) esmesi bekleniyor.”

1.Yağmur

22 Kasım,

Saat 04.36

Çatıdaki yağmur, kiremit aralarından, oluklardan kıp, kadınların erkeklerin uykularına sızdı. Yorgunlukların sızılarının gezindiği bedenler uyanmadan duydu yağdığını. Hepsi aynı şeyi düşündü;

“Bugün zeytin toplamak yok. Kanavasa, sırık, tırmık, merdiven, ha kırıldı ha kırılacak dal korkusu, soğuktan sızlayan parmak uçları, seç seç bitmeyen yeşili, kızılı ayıklamak, kemikleri sızlatan yorgunluk yok.” Yazının devamını oku »

Posted in Deneme | Leave a Comment »

ayak_kabı

Posted by mehmet 03 Ağustos 2013

1960’larda ayağında onlar vardı; altları ince tırtıklı, ayak bileğinin altına kadar yükselen, önleri oval; karalastikler.

70’lerde de onlar vardı ayaklarında.

Sonra 80’lerde, 90’larda, 2000’lerde…

Bir gün, Ana çeşit çeşit ayakkabılar var, kayışlısı, tokalısı, derisi, ruganı, kalın topuklusu, ince topuklusu, topukları uzun olanı, kısa olanı, binbir çeşit ayakkabı, bıkmadın mı bu karalastikleri giymekten, hiç özenmiyorsun o güzelim ayakkabılara dedim.

Yüzüme baktı, Onlar yıpranmıyorlar kolay kolay, ötekiler öyle değil, dedi.

Çeşit çeşit, sayısını bilmediğim ayakkabı eskittim. Baba ocağına her gelişimde, aynı tipte, hiçbir zaman yeni mi değil mi anlayamadığım o ayakkabılar karşıladı beni eşikte, hep ayakkabılarım, yeni, boyalı, cilalı bir yabancı gibi durdu onların yanında.

 

Posted in Deneme | Leave a Comment »